HERKONU FORUM SİTESİ

Herkonu Forum Sitesi'ne Hosgeldiniz.

Anadolu efsaneleri FLAPPINGBUTT

Ailemize katilmak ister misiniz ? glsme


Join the forum, it's quick and easy

HERKONU FORUM SİTESİ

Herkonu Forum Sitesi'ne Hosgeldiniz.

Anadolu efsaneleri FLAPPINGBUTT

Ailemize katilmak ister misiniz ? glsme

HERKONU FORUM SİTESİ

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

HERKONU

Similar topics


    Anadolu efsaneleri

    reco_54
    reco_54
    Ödüllü Üye
    Ödüllü Üye


    Kayıt tarihi : 12/03/08
    Erkek
    Mesaj Sayısı : 1666
    Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
    Yaş : 53
    Mesleği : Otomativ
    Medeni Durumu : Evli
    Çocuk Sayısı : 1
    Eğitim Durumu : Lise
    Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
    Resim Resim : ---
    Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
    Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
    İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
    Site Puanı Site Puanı : 583
    Rep Puanı Rep Puanı : 81

    Anadolu efsaneleri Empty Anadolu efsaneleri

    Mesaj tarafından reco_54 Paz 25 Ekim 2009, 1:25 pm

    Kızlar Sinisi- Sivas
    Anadolu efsaneleri 00152410
    Kızılırmak, Kızıldağ'dan doğar. Kızıldağ'da 'Beş Gözeler' denilen su kaynağının yakınlarında, peri bacalarına benzeyen kayalıklar vardır. Halk arasında buranın adı 'Kızlar Sinisi'dir.

    Efsaneye göre çok eski zamanlarda bir gelin alayı, Kızıldağ yamaçlarından geçerken eşkiya hücumuna uğrar. Eşkıya düzlükteki yolu kestiği için, düğün alayı Kızıldağ'a tırmanmaya başlar. Gelin, eşkiya elinden kurtulamayacağını anlayınca Allah'a yalvarır. 'Ya onları taş kes, ya beni taş kes' der. Düğün alayı o anda Kızıldağ'ın yamacında taş kesilir.

    Gerçekten de o yörede, uzaktan bakıldığında, dağın yamaçlarına yayılmış ve bir düğün alayını anımsatan irili ufaklı kayalar görülür; hatta bunların arasında bir çeyiz sandığı bile vardır...



    Taş Kesen Çoban- Kars
    Anadolu efsaneleri 1201119424sh101825
    Kars'ın Kağızman İlçesi'nin Kızılöküz köyünde, taş kesen bir çobanın efsanesi anlatılır. Bu çoban geçimini köy halkının koyunlarını otlatıp çobanlık yaparak sağlarmış. Yazın en sıcak günlerinde bu çoban, koyunlarını en güzel ve en yüksek otlağa çıkarak otlatmaya koyulmuş. Ancak o civarda bir damla su bulunmazmış. Hem hayvanlar hem de çoban çok susamış. Susuzluktan bağrı yanan çoban 'Ya rabbim, sana yedi kurban keseyim, yeter ki şuradan su çıkartıp, şu kulunun ve aciz hayvanların susuzluklarını gider' diye yakarmış. Çobanın bulunduğu yerin hemen yakınında o anda yerden su kaynamış. Sevincinden çılgına dönen çoban o buz gibi sudan kana kana içip hayvanlarına da içirerek susuzluklarını gidermiş. Ancak çoban sözünde durmamış. 'Koyunlar benim değil. Bunun yerine yedi bit öldürüp adağımı gerçekleştiririm' diye düşünmüş ve öyle de yapmış. Öldürdüğü bitleri de kaynağa atmış. Ne var ki kısa süre sonra çoban ve koyunlar bulundukları yerde taş kesmişler. Çobanın ve koyunların geri gelmemesi üzerine meraka düşen köylüler çobanı aramaya çıkmışlar. Çobanın ve bütün koyunların yeni kaynağın yanında taşa dönüştüğünü görmüşler. Bugün de o kaynağın civarındaki kayaların, taşlaşmış çobanla koyunlarının kalıntıları olduğuna inanılır.


    Karayahıt-Denizli
    Anadolu efsaneleri File-769326
    Çok eski zamanlarda, güzeller güzeli bir genç kız, gönlünü köyün çobanına kaptırmış. Ama talihsizlik bu ya, köyün beyinin oğlunun da kızda gözü varmış. Evlilik hazırlığına başlayan kız, bir gün atına binmiş çobana yemek götürürken, yolda beyin oğlunun atıyla ona yaklaştığını görmüş. Kız başına gelecekleri anlamış, çobandan başka birine yar olmamak için de Tanrı'ya yakarmış: 'Tanrım taş keseyim, yeter ki beni bu bey oğluna yar etme'. Kızın duası kabul olmuş ve oracıkta atı ile birlikte taşa dönüşmüş.

    İşte o günden beri, evliliğe hazırlanan kızlar ve yeni gelinler, Karahayıt'taki bu kayaya gelerek, mutlu bir evlilik sürmek için dua eder.



    Yamaçtaki Ejderha- Sivas
    Anadolu efsaneleri M26.1Drakones
    Sivas'a bağlı Çaygören ve Küpecik köylerine giden yolun kıyısındaki tepeciklerden birinin yamacında, aşağıya inen bir ejderhaya benzeyen bir taş vardır. Yörede bu taşa dair bir efsane anlatılır:

    Çok eskiden bu köyde yaşayan bir karı-koca, sabana koştukları bir çift öküzle tarlalarını sürerken tepeden bir ejderhanın üzerlerine geldiğini görür ve çok korkarlar. O esnada adam, 'Ey Allahım, bu musibeti başımızdan al. Ben de sana bir öküz kurban edeyim' der. Allah da ejderhayı taşa dönüştürür. Karı-koca evlerine döner ve öküzün birini kurban etmeden ertesi gün öküzleri ile tarlaya gelip çalışmaya koyulurlar. Derken birden bir gürültü kopar, bir de bakarlar ki dün taş kesen ejderha canlanmış, üzerlerine geliyor. Kadın kocasına sinirlenerek 'Dün sen öküzün birini kurban edeceğim dedin, ama etmedin. Şimdi öküzün birini buracıkta kendi ellerimle kurban edip köye dağıtacağım' der, ve öyle de yapar. Ejderha ikinci kez taşa dönüşür.

    Rivayete göre taş kesen ejderhanın burun deliklerinin birinden su, diğerinden de -çok eskiden- irin gibi bir sıvı sızarmış. Bu irinin, çiftin adadıkları kurbanı hemen kesmedikleri için sızdığı söylenir. İrinin sızdığını gören kimse artık hayatta değilse de, suyun aktığını gören çoktur. Son dönemlerde ejderhanın baş kısmı tahrip olarak bozulmuş; burnundan sızan su da kurumuştur. Ancak aynı kaynaktan beslendiği tahmin edilen ince bir su yamacın dibinde hala akmaktadır.



    Ejderha ve Kral kızı - Adana
    Anadolu efsaneleri Paolo_uccello_1470
    Çok eski çağlarda, Toros Dağları'nın tepesinde bir hükümdarın kızı yaşarmış. Dağlar çok sık bir ormanla kaplı olduğu, üstelik de ormanda büyük bir ejderhanın yaşadığına inanıldığı için, buralarda dolaşmak tekin sayılmazmış. Kral da kızına, çevreyi tek başına dolaşmamasını sık sık tembihlermiş. Ama bir gün, kız ormanda dolaşmaya çıkmış. Bir süre gezdikten sonra dik ve sarp bir kayalığa oturarak, Gülek Boğazı'nı seyre dalmış. Orada otururken büyük bir gürültü kopmuş. Kız aşağıya baktığında ejderhanın kayalara tırmandığını görmüş. Ne yapacağını şaşırmış. Kurtulamayacağını anlayınca, 'Tanrım beni ejderhaya yem yapacağına, burada taş yap' diye yakarmış. Kızın duasını kabul eden Tanrı, hem onu, hem de ejderhayı taşa çevirmiş
    reco_54
    reco_54
    Ödüllü Üye
    Ödüllü Üye


    Kayıt tarihi : 12/03/08
    Erkek
    Mesaj Sayısı : 1666
    Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
    Yaş : 53
    Mesleği : Otomativ
    Medeni Durumu : Evli
    Çocuk Sayısı : 1
    Eğitim Durumu : Lise
    Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
    Resim Resim : ---
    Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
    Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
    İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
    Site Puanı Site Puanı : 583
    Rep Puanı Rep Puanı : 81

    Anadolu efsaneleri Empty Geri: Anadolu efsaneleri

    Mesaj tarafından reco_54 Paz 25 Ekim 2009, 2:02 pm

    [b]Süt Kalesi Efsanesi
    Anadolu efsaneleri Harput_Net_100_7143
    Harput'un simgesi olan bu kalenin efsanesi şöyle anlatılır:
    Çok eski zamanlarda bu topraklarda çok zengin bir hükümdar hüküm sürermiş. Koyun ve keçileri öyle bolmuş ki sütlerini tüm halka dağıtır yine bitiremezlermiş. Hükümdar Harput'un en yüksek ucuna bir kale yaptırmaya karar verir ama şans bu ya kıtlık olur. İçmeye su zor bulunur. Bunun üzerine kaleyi yapmaya kararlı hükümdar çobanlarına emreder tüm sütler kaleye getirilir ve harcı sütle hazırlayarak kaleyi bitirirler bu yüzden kalenin beyaz ve dayanıklı olduğu söylenir. Bir inanışa göre kalenin dehlizlerinden birinde tavana bir kılla bağlanmış gügüm vardır o düşene kadar kale ayakta kalacaktır.
    Süt kalesinin dehlizlerinden birinde hazineler içinde bir altın taht üstünde güzel bir kız uyurmuş yılda bir uyanır ve sorarmış:
    -Süt kalesi yıkıldı mı?
    -Dere hamamı yıkıldı mı?
    - Katır kuzuladı mı?
    Bu sesi Harputta bazı kimseler duyarmış rivayete göre bunlar gerçekleşirse kıyamet kopacakmış.



    HAZAR GÖLÜ( HAMİLE DAĞ) EFSANESİ
    Anadolu efsaneleri Hazar_golu
    Çok eskiler'de buralarda yaşayan hamile bir kadın varmış. Dönem kıtlık devri kadın bir köye gitmiş mis gibi ekmek kokuları çarpmış burnuna.Dayanamamış orada'ki evler'den ekmek istemiş ama çok cimri olan bu köy halkı ekmek vermemiş. Bunun üzerine kadın elini evlerin eşiğine koyup "inşallah bu köy su keser ben de taş keserim" diye beddua edince allah duasını kabul eder ve köy sular altında kalır. kadında dağa dönüşür. Hazar Baba olarak da bilinen bu dağ Elazığ'ın her yerinden görünürve gerçektende saçları yüzü karnı ayakları hatta elbisesinin kırışıklarıyla tam bir kadın görünümündedir .Batık şehir hakkında da çalışmalar yapılmaktadır sular çekilince zaman zaman şehir ortaya çıkar. Evliya Çelebi buranın ticaretle uğraşan gayri müslim bir köy olduğu ve kilisesinde mumyalanmış bir eşek olduğunu eserinde belirtmiştir


    ÇAYDA ÇIRA EFSANESİ
    Anadolu efsaneleri Aydaraze9
    Vakti zamanında Harput'ta iki genç birbirlerine aşık olurlar. her gece gizlice buluşurlar. Kız bir çıra yakar böylece delikanlı aralarına giren dereye atlar kızın yaktığı çıra ile yönünü bularak kıyıya yüzer ve orada buluşurlar. Bir gün kızın babası bunu farkeder ve tam delikanlı suya atlayınca çırayı söndürür . genç yolunu bulamaz çırpınarak boğulur bunun üzerine kız da kendini dereye atar. Köyün sakinleri çıralarla gençleri arar ama cesetlerini bile bulamazlar.
    ÇAYDA ÇIRA EFSANESİ 2
    Uluova'yı ortadan ikiye ayıran Harınget çayının kıyısındaki köyde köyün ileri gelenlerinden biri oğlunu evlendirir. şenlikler, çalgılar yemekler her şey yerindedir .DÜğünün son gününe kadar her şey iyidir hava güzeldir mehtap vardır.Ama birden ay tutulur her yer karanlığa bürünür. misafirler bunu uğursuzluk sayarlar ancak damadın annesi Pembe Ana uğursuzluğa inat birden ortaya atılır ne kadar mum varsa toplatıp tabaklara dizer oradakilerin ellerine verir kendisi de başa geçerek mumlarla oynamaya başlar çıraların ışığı çaya yansımış her yer ışıl ışıl olmuştur. Düğün de neşe içinde sürer işte çayda çıra oyunu buradan çıkmıştır.



    Gelin Yurdu Efsanesi (Malatya-Yeşilyurt)
    Anadolu efsaneleri Yesilyurt_001



    Yeşilyurt İlçesinden, bağ ve bahçelerin bulunduğu Taftacık semtine giderken, Davullupınar'ın karşılarına düşen düzlüğe “Gelin Yurdu", "Düğün Yurdu” deniliyor.

    Evvelce burası, bir yerleşim yeriymiş. Bu, bağ ve bahçe sahiplerin toprak altından çıkardığı, çanak-çömlek parçalarından da anlaşılıyor. Orda oturanlar, düğünlerini işte bu düzlükte yaparlarmış. Birisi evleneceği zaman, herkes oraya çağrılır, yenip-içilip, eğlenilirmiş. Geç saatlerde, Yeşilyurt'lu iki kişi, Düğün Yurdu'na gitmiş. Orada kısa boylu adamları, ellerinde alev çıkaran odunlar olduğu halde oynarken görmüşler. Korktuklarından onların yanına daha fazla sokulamamışlar.

    Bunlar, birbirlerine çok bağlı kimselermiş. Her öğünde aynı yemeği pişirirlermiş. O gün ne yemek yapılacaksa, ağanın kızı tarafından evden eve duyurulur, bunun dışında bir aş, tencereye konmazmış.

    Birgün, başka köyden alınan bir gelin, kocasının yemek hakkındaki uyarısına aldırış etmeden, canının istediği bir yemek yapmış. Akşam olup kocası eve dönünce, ortalık birden karışıvermiş. Adamcağız, karısının başka bir yemek pişirdiğini görünce deliye dönmüş. Kazmayı eline almış, evi yıkmaya başlamış. Yüksek sesle, “Aş karıştı, iş karıştı!” diye bağırmış. Bunu duyanlar, durumu anlamakta gecikmemişler.

    Kazmayı eline alan, evini yıkmış. Eşyalarını toplamışlar, evlerden çıkan direkleri de yanlarına alarak, başka tarafa göç etmişler. Böylece, birliğin bozulmasına şiddetle karşı olduklarını, bir kez daha ortaya koymuşlar.

    Bugün de kendi adlarıyla söylenen, olayın geçtiği yerin sakinleri olan, Kölükoğulları'nın, o zamanlar sazlık ve bataklık olan Yeşilyurt'un yüksekçe bir yerine, şimdiki Tepecik'e eski yurtlarının da görülebileceği bir yere yerleşmiş olmaları, Yeşilyurt'ta herkes tarafından bilinmektedir. Ayni aile, ayni dayanışmayı ve birliği günümüzde de sürdürmektedir

    Anlattığımız dönemde, Çırmıkdı'nın en zengini, “Emir Ağa” ile “Çırak” imiş. Çırmıkdı'da “Ağa Mahallesi” varmış. Emir Ağa, bu mahallede otururmuş. Mahallenin iki başında, özel kapılar bulunurmuş. Akşam olunca, Ağa Mahallesi'nin kapıları kapanırmış.

    Emir Ağa, zâhirelik ve unluk buğdayını, Eski Malatya'dan alırmış. O zamanlar, Eski Malatya'nın buğdayı da, “Buğday değil mübârek; sanki datlı çekirdek” imiş…

    Hep bir ağızdan “Maşallah!.” diyelim. “Culfalık” tan, el tezgâhı'na, el tezgâhı'ndan, çekmeli tezgâha, çekmeli tezgâhtan fabrikalara..

    “O günün zenginleri, Yeşilyurt'un bugünkü zenginlerinin tuz torba'sı ” bile olamaz
    reco_54
    reco_54
    Ödüllü Üye
    Ödüllü Üye


    Kayıt tarihi : 12/03/08
    Erkek
    Mesaj Sayısı : 1666
    Burç Sembolü : Terazi / 24 Eylül - 23 Ekim
    Yaş : 53
    Mesleği : Otomativ
    Medeni Durumu : Evli
    Çocuk Sayısı : 1
    Eğitim Durumu : Lise
    Yaşadığı Şehir / Ülke : Bursa
    Resim Resim : ---
    Yasaklanma Sebebi Yasaklanma Sebebi : ---
    Sevdiğim Sözler Sevdiğim Sözler :
    İyi dostu olanın aynaya gereksinimi yoktur.
    Site Puanı Site Puanı : 583
    Rep Puanı Rep Puanı : 81

    Anadolu efsaneleri Empty Geri: Anadolu efsaneleri

    Mesaj tarafından reco_54 Paz 25 Ekim 2009, 2:10 pm

    Ağlayan Kaya Efsanesi (Manisa)
    Anadolu efsaneleri 07CAAEBB07C221F6

    Niobe, babası Tantalos ve kardeşi Pelpos gibi, Anadolu'ya özgu bir efsanedir.

    Yarı-tanrı Tantalos'un kızı Niobe, Magnesia (Manisa)'nın Sipylos Dağı yöresinde doğmuş, tanrıça Hera (kimi kaynaklarda Leto olarak geçer.) ile birlikte çocuklukları bu yörede geçmiştir. Daha sonra Niobe, Thebai kralı Amphion ile evlenir ve yedisi kız, yedisi erkek on dört (kimi kaynaklara göre altısı kız altısı erkek on iki) çocuğu olur. Çocukluk arkadaşı ve Zeus'un eşi Hera'nın ise Apollon ve Artemis olmak üzere iki çocuğu vardır.

    Zamanla Niobe, tanrıça Hera'yı küçümser ve Thebai halkına, kendisine tapmalarını buyurur. Hera'nın sadece iki çocuğunun olduğunu söyleyerek kendisini Hera'dan üstün görür. Tanrıça Hera, o sırada menderes Irmağının kıyısında dinlenirken, bir rüzgâr, Niobe'nin bu sözlerini kulağına fısıldar.

    Her fırsatta çocuklarının sayısı ile gururlanan Niobe, topu topu iki çocuğu olduğunu söyleyerek küçümsediği Hera'yı öfkelendirir. Hera, çocuklarından; Niobe'yi cezalandırmalarını ister. Apollon ve Artemis de, oklarıyla Niobe'nin bütün çocuklarını öldürür. Niobe, çocuklarının cesetleri başında günlerce ağlar. Sonunda Tanrı Zeus, Niobe'nin haline acır ve ıstırabına son vermek için, onu ağladığı yerde taş haline getirir.

    Spil (Sipylos) yamacındaki kadın başı şeklindeki bu kayanın, göz çukurunu andıran girintilerinden sızan -daha doğrusu, yakın zamanda kuruduğu için artık sızmayan- su, Niobe'nin gözyaşları olarak yorumlanır. Halk, buraya "Ağlayan Kaya", "Niobe kayası" der. Yakından bakıldığında, sıradan doğal bir kaya oluşumu; batı yönünde biraz uzaklaşılarak bakıldığında ise kadın başı şeklinde görünen bu kaya, hâlâ çok ziyâret edilen bir yerdir. Manisa'nın sarı üzümlerinin ilk olarak Niobe'nin gözyaşlarıyla sulanan bağlarda yetiştiği söylenir.

    Birkaç kilometre ötede, Sipylos Dağı'nın yamaçlarında, çaliliklar arasında bir başka kaya daha vardır. Ana Tanrıça Kybele'nin burada bir anıtı vardır. Niobe Kayası'nın az ötesindeki alanda, "Mesir Bayramı" kutlanır. Camiden aşağı atılan mesir macunu, bahar ve bereketi simgeler. "Kutsal macun, kısırlığı önler, doğurganlığı kamçılar." derler. Mesir Macunu, her yıl 15 Nisan'da yapılır ve dağıtılır.

    Kaynak: Niobe Kayası hakkında anlatılan çeşitli efsanelerden derlenmiştir.



    Deve Taşı Efsanesi (Seydişehir)
    Anadolu efsaneleri Tinaztepe10
    Deve Taşı Efsanesi (Seydişehir)

    Seyyit Harun, Küpe Dağı'nın eteklerinde şehrini kurarken bir haber ulaşır. Ilgın - Kadınhanı arasındaki Mahmuthisar Köyü'ndeki tekkede müritleri ile oturan Didiği Sultan adlı bir ermiş şeyh, ayıya gem vurarak binmiş, müritleri ile birlikte Seyyit'in ziyâretine gelmektedir. Haberi alan Seyyit Harun, müritlerini toplar, oradaki kocaman bir kayaya; "Deve ol" der ve deve şekline giren kayaya binerek Didiği Sultan'ı karşılar. Keramet ehli iki pir, Seydişehir'in girişinde buluşurlar. Didiği Sultan, bindiği ayıdan iner, onu dağa sürer. Seyyit Harun'da bindiği taş deveyi çöktürür, o da iner. Böylece halleşip görüşürler. Seyyit Harun'un bindiği taş deve, çöktüğü yerde olduğu gibi kalır. Yüzyıllar boyunca, deveye benzeyen bu kaya parçası, halk tarafından ziyâret edilerek efsanesi anlatılır. "Deve Taşı" olarak bilinen bu kaya, bugün Alüminyum tesisleri lojmanları arasında kalmıştır.



    Külükoğlu Efsanesi (Elazığ)
    Anadolu efsaneleri Elazig-karakocan
    Elzaığ'ın Karakoçan ilçesinin Pilavtepe Köyü'nde, Külükoğlu diye bilinen kişiyle ilgili bir efsânedir. Günün birinde köyde bir toplantı yapılır. Külükoğlu'nun toplantıda olmadığını gören köylüler, kendisini çağırmak maksadıyla evine iki kişi gönderirler.Külükoğlu'nu evinde bulamayan haberciler, onun dağdaki davar barınağına giderler. Daha içeri girmeden, HU çeken sesler duyarlar. Pencereden baktıklarında giysileri aynı, yüzleri aynı, başörtüleri aynı otuz-kırk kişi görürler. İçlerinden hangisinin Külükoğlu olduğunu anlamazlar. Ses çıkarmadan köye geri dönerler. Olayı köydekilere anlatırlar. Köylüler, inanmak için dört kişi daha gönderirler. Onlar da gidip durumu aynı şekilde görüp dönerler. Sabahleyin durumu Külükoğlu'ndan sorup öğrenmek isterler. Külükoğlu köye gelmeden oğlu Kel Mahmut, babasına kahvaltı hazırlar ve yola koyulur. Dağdaki barınağa yaklaştığında, karda babasının sopası ile meşe ağaçlarına vurduğunu, vurdukça meşelerin göverip ve peşinden davarın bu meşeleri yediğini görür. Babası, geriye dönüp baktığında oğlunu görür. Der ki: "Oğlum! Sen, beni bilmeyerek mahcup ettin. Allah'tan dileğim üç günde öleyim. Sen de üç ay zarfında bilmediğin yere gidesin. Senede bir gelip türbemi ziyaret edesin." Deniliyor ki, Külükoğlu üç gün sonra ölür ve oğlu da üç ay sonra Kiğı'nın Elmalı Köyü'ne gider. Halen Külükân (Pilavtepe) da Külükoğlu'nun akrabaları vardır.Külükoğlu'nun türbesi Karakoçan'dan Çan'a giden yolun kenarındadır.



    Gelin Pınarı Efsanesi (Tunceli)
    Anadolu efsaneleri 00024311
    Gelin Pınarı" ya da diğer adıyla "Gençlik Şelalesi", Tunceli'nin Nazimiye ilçesinin kuzeyinde, Nazimiye ilçesine 13 km. uzaklıktaki Dereova bucağının yanında bulunmaktadır. 30-40 metre yükseklikteki kayalardan sarkıtlar ve dikitler yaparak ince ince akan sular, alışılmış bir şelale görünümünün dışında buraya bir efsâne havası vermektedirler. Yazın bunaltıcı sıcağında şelalenin 50 metre. yakınına varıldığında bir anda sanki binlerce vantilatörün çalışarak meydana getirdiği bir serinlik, insanın bedenini sarar. Kayalardan aşağıya iplik iplik akan suların gerek sesi, gerek serinliği ve gerekse manzarası, görülmeye değer bir tabiat harikasıdır. Buranın da kendisine özgü efsânesi şöyledir:

    Bu yörede yaşayan ailelerden birinin genç oğlu ile genç kızı evlendirilir. Yeni gelin, yöre âdetlerine göre belli bir süre evde kaldıktan sonra, bir gün kaynanası, geline: "Hadi gelinim. Şu bakracı al. Sağım yerine getirilen hayvanlarınızı sağ ve sütü al getir." der. Gelin, bakracı alır. Köyün diğer genç kızları, gelinleri gibi o da sağım yerine gelir ve kendine ait bütün sütlü hayvanları sağar, bakracını sütle doldurur. Ancak en son sağdığı kara keçi, birden ayağını vurur. Süt dolu bakracı devirir, süt akar gider. Gelin, birden şaşırır, çok üzülür ve ağlamaya başlar. "Daha yeni gelinim. Bana, 'elinden iş gelmez, beceriksiz gelin' diyecekler. Benimle alay edecekler." diye sızlanır ve bir yandan da kara keçiye beddualar yağdırır. O sırada gelinin geciktiğini gören kaynana, yüksekçe bir yere çıkarak acele gelmesi için gelinine seslenir. Gelin, mahcup ve üzgün bir şekilde, önündeki boş bakracı, boş götürmektense Yaradan'a sığınarak yanındaki pınardan su ile doldurur ve ağzına da bir bez kapatıp, o şekilde getirip sepetin altına koyar. Bir müddet sonra, sütü kaynatıp mayalamak için, bulunduğu yerden almaya gelen kaynana, bezi kaldırdığında bakracın içindeki su süt olmuştur. Bir kenarda durarak olanları üzüntü ile seyreden gelin, kendisini mahcup etmediği için Tanrı'ya şükreder. O gün bugündür, bu pınardan akan sular, koyunlar sağılmaya başlandığında, süt renginde akarlar. Koyunların sütü kesilince de tekrar tabii rengine dönerler.



    Gelin Kayaları Efsanesi (Ordu)
    Anadolu efsaneleri Gelin_kayasi
    Melet Irmağı'na doğru inen sarp tepenin, ormanlarla örtülü yamacında çok fakir ve yaşlı biri varmış. Melet kenarındaki değirmenlere gidemeyen köylüler, zahralarını avlusundaki ufak dibek taşında öğütür, geçimlerini bu suretle sağlarmış. Bâzı rivâyetlere göre, bu öğütücü, bir kişi tarafından döndürülebilen, çevre halkının "El Değirmeni" dediği cinsten bir taş değirmeni imiş. Günün birinde, yaşlı değirmencinin kızını, uzaktan bir köyden bir gence istemişler. "Hayırlısı olsun" deyip evlendirmişler. Çeyiz olarak, elinde, avucunda ne varsa kızına vermiş. Düğüncüler, gelinin eşyalarını atlara yükleyip, oğlan, evine doğru yola çıkacakları zaman, gelin etrâfı söyle bir süzmüş. Avlunun bir kenarında duran babasının ekmek teknesine, kendini bugünlere getiren el değirmenine gözlerini dikmiş.

    Kızının bu hâlini gören babası, yanına yaklaşmış: "Kızım, değirmen taşı bizde kalsın." diyecek olmuş. Düğün alayının ileri gelenleri durumu kavramışlar. İçlerinden biri: "Emmi veriver şu değirmen taşını kızına da, biz de yola düzülelim." Yaşlı baba: "Olmaz, o bana lâzım. Onunla geride kalan çoluk çocuğumun nafakasını sağlayacağım, veremem." diyerek karşı koymuş. O sırada, yeni gelin : "Babam benden bir taşı esirgiyor. Ben de onsuz gelin gitmem." diyerek boynunu büküp, oturuvermiş kapının önüne.

    Düğüncüler yaşlı babanın geçimini nasıl sağladığını bilmediklerinden, bu değirmenin aile için ne derece kıymetli olduğunu kavrayamamışlar. İşi, basit bir "gelin eşyası" bir taş olarak görmüşler. İçlerinden biri: "Hadi, emmi bu kadar da cimrilik etme. Alt tarafı iki taş parçası bunun. İnsan kızından bunları esirger mi? Bak, o da yurt-yuva sahibi oluyor. Yolumuz uzun, bekletme bizi." diyerek, değirmen taşlarını omuzlayıp yanındaki hayvana yüklemişler. Zavallı baba, bu durum karşısında ısrârın faydasızlığını anlayarak, boynunu bükmüş. Kendisinin cimri tanınmasına mı, o yaşlı hâliyle çoluk-çocuğuna değirmensiz nasıl bakacağına mı üzülsün? Kala kalmış ortalıkta. O sırada, önde davul-zurna, arkada at sırtında gelin; köylüler, eşya yüklü atlarla düğün alayı, dimdik sırta doğru yola koyulmuşlar. Yaşlı gözlerle kafileyi izleyen babanın yüreğinin tâ derinliklerinden bir tel kopmuş sanki. Derin bir ah... çekli, aklıyla mı, gönlüyle mi, bilinmez seslenivermiş, davullu alayının ardından: "Bir taşı bize çok görenleri Allah ne etsin. Hepiniz taş olun taş."

    Ertesi gün, karşı tepelerden be geçeye bakanlar, Melet ırmağına doğru inen dik bir yamacın, bıçak gibi çıkıntılı bir kısmında, acayip şekilli kayalar görmüşler. Daha düne kadar ormanlık olan bu yamaçta kayaların bulunuşundan ziyâde, görünüşleri onların şaşkınlığa düşürmüş. Çünkü, bu kayalar sanki bir kafilenin heykelleşmiş şekline benziyormuş. Atıyla yaylısıyla, davullu-zurnalı bir gelin alayının tıpkısıymış. Yılların yağmuru, karı ve fırtınalarına rağmen, bozulmayan şekilleriyle günümüzde dâhi görenleri şaşkınlığa düşüren bu kayaların etrafı, koyu bir yeşillikle çevrilmiştir.



    Uzun Kızlar Efsanesi (Ordu)
    Anadolu efsaneleri Culeyayla
    Uzun Kızlar Efsanesi (Ordu)

    Yüzlerce yıl önce, Mesudiye yöresinde üç Türkmen kardeş yaşarlarmış. Bu kardeşler, kış mevsiminde Mesudiye yöresinin kuytu ve sıcak yerlerinde; yaz mevsiminde de ,yüksek yaylalarda yaşamlarını sürdürürlermiş. Her üç kardeşin de sürülerce koyunları ve yüzlerce atları varmış.

    Karababa, Karaaslan ve Eriçok adındaki bu üç kardeş, canlı kelekti koyunları, yağız at sürüleriyle mutlu bir şekilde yaşayadururlarken, günlerden bir gün, büyük bir düşman ordusu çıkagelmiş. Onların bu mutlu yaşamları da sona ermiş. Sona ermiş ama, Türkmenler hemen teslim olmamışlar. Düşman ordularıyla aralarında denk olmayan; ama yiğitçe bir mücâdele başlamış. Karababa ve Karaaslan adlı kardeşler, bulundukları mevkide yiğitçe mücâdelelerinden sonra şehit düşmüşler.

    Üçüncü ve en kuvvetli kardeşin askeri daha çökmüş. Onun için bu kardeşin bulunduğu tepeye "Eriçok Tepesi" denmiş. Eriçok tepesi müstahkem bir kalenin bulunduğu, bir tarafı kayalık ve uçurum olan yüce bir tepedir. Düşman, bu tepeyi de kuşatmış. Tepenin üzerindeki kalenin önlerinde günlerce savaş olmuş. Düşmanlar, tepeyi savaşarak alamayınca beklemeye başlamışlar. Kalede su ve yiyecek bitmiş. Günün birinde kaledeki Türkmenler artık susuz kalamayacaklarını anlayınca Eriçok Tepesi'nin yakınlarında bulunan Kübet Çeşmesi'ne su getirmeleri için 12 savaşçı ve iki yiğit kız göndermişler.

    Kızlar çeşmede suyu doldurmuşlar. Savaşçılar da kendilerine saldıran düşmanlarla savaşmaya başlamışlar. 12 savaşçı savaşadursun; kızlar, Eriçok Tepesi'ne hızla tırmanıyorlarmış. Ama düşman durur mu? 12 yiğidi şehit ettikten sonra kızların peşine düşmüşler. İki yiğit Türkmen kızı, kaleye epeyce yaklaşmışlar. Fakat düşman atlıları peşlerinden yetişmiş. Düşmanın nefesini enselerinde duyan kızlarında başka çâreleri kalmamış: "Allah'ım." demişler. "Bizi düşmana teslim etme! Yeri yar da, yerin içine girelim. Onlara teslim olmaktansa, ölmek daha iyidir."

    Yüce Tanrı, onların bu mâsum isteklerini kırmamış. Yer yarılmış ve onları bağrına basmış. Kızların öyle uzun, öyle güzel saçları varmış ki, saçlarının bir kısmı dışarıda kalmış.

    Uzun bir mücâdeleden sonra Eriçok Tepesi düşmüş. Yerin yarılıp yarılmadığını bilemeyiz; ama, Uzun Kızların mezarları ve Eriçok Kalesi'nin önünde binlerce mezar, bugün bile durmaktadır. O civârlar gezildiğinde insanoğlu, ister istemez ürpermektedir. Her üç tepede de, yani Eriçok, Karababa ve Karaaslan Tepeleri'nde, bu mübârek zâtların mezarları, ziyâret edilmektedir.

      Forum Saati Paz 28 Nis. 2024, 4:52 am